top of page
Didem Çengel Logo
  • Whatsapp
  • Youtube
  • LinkedIn
  • X
  • Black Facebook Icon
  • Black Instagram Icon

ÖTEKİNİN ÖTESİNDE ‘ÖTEKİNE ŞİDDET’



Lacan Şiddet Simgesel İmgesel

Şiddet, bir kişinin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelendirilmesine ya da duygusal baskı altına alınmasına yol açan, özgürlüğünün keyfi olarak engellenmesini içeren, tehdit ve baskının da içinde bulunduğu herhangi bir muamele biçimi olarak toplumsal, kamusal ve özel alanda meydana gelen her türlü tutum ve eylemlerdir. 

Dil aracılığıyla yapılan şiddetin tanımı aslında ötekinin şiddet tanımıdır ve ben bugün ötekinin tanımı üstüne düşünsel yorum yapmaya çalışacağım.

‘Temel olarak her toplum bir beden olarak kurgulanmaktadır. Bu kurgulanışta kadın makine görevinde ve bu normallik kurgusu içinde kadın bedeni normalliği minimalize edebilecek ve hatta yıkabilecek baştan çıkartıcı ve ayartıcılıklar içermektedir. Bu ayartıcılıkların normallik kurgusuna verebileceği zararlar göz önüne alındığında toplum, kadın bedeni üzerinde söz hakkı bulunduğunu iddia etmektedir.

Kadın bedeni bir makine misalidir; ondan üretilmesi beklenen nesne var olduğunda taçlandırılır. O beden o işlevi yerine getirmediği (getiremediği) zaman ise her ne kadar başarılı, üretken (iyi bir sanatçı, iyi bir eğitmen) olursa olsun; toplum ona en üst düzeyden başlayarak yarım kadın olduğunu hatırlatır.

Hatta doğumu normal ve normal olmayan olarak ayırarak anneliğinin eksikliğine vurgu ile kadının anne rolü üzerinde bile söz sahibi olunan (olunabilen) bir söylem ortaya atılır.

Bir yanı söylemsel, bir yanı pratik olan beden üzerine uygulanan bu şiddette büyük erkek devlet ve küçük erkek sevgili, eş, baba bedenin sahibi olduğunu düşünmektedir.

Böylece söylemsel şiddet pratik olarak, adalet ve hukukun karşısında hafifletici sebepler ya da kadın cinayetleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

İşte ne yazık ki bu da bir şiddettir’

 

Bundan birkaç ay önce normal doğum ve sezeryan doğum üzerine yayınlanan kısa film üzerine bir hışım yazdığım bu birkaç kelimenin ışığında ne anlatmaya çalıştığımı ya da neyi anlayamadığımı kavramsal olarak şiddet perspektifini henüz yeni okumaya ve dolayısıyla anlayamamaya devam ettiğim Lacan bağlamında ele almaya çalışacağım.

Odipalden, imgesel ve simgeselin açtığı yolda büyük öteki ve dil üzerinden arzu kavramsallaştırmasını ve eksikliği giderememenin şiddet ve yıkıcılığa giden yolunu kazımak niyetim. Kadın bağlamını da ele alarak. Tabi ki tüm literatürü aktarmak/anlamak mümkün değil.

Benim anlama çabam ile yaptığım okumalar beni sonunda günümüz post modern öznenin ya da babanın adının- babanın adları çoğullaşmasına, odipin düşüşüne kadar getirdi.

Sahi ya!

Hakikatin önemsizleştiği post truth çağda, seyir edenler olarak bize ne oldu?

 

Özne kimdir? Özneyi toplumsal bağdan ayrı düşünmek mümkün müdür? Ya da öznenin toplumsal bağdan ayrı düşmesi. O halde özne var mıdır? Özne ötekinin arzusunda neyi arar? Şiddet, yıkıcılık ve nefret nerede başlar?

 

“Nefretin imgesel bir boyutu vardır. (…) Fakat bu imgesel boyut simgesel tarafından çerçevelenir ve nefret, düşman yok olduğunda bile ortadan kalkmaz. (277, I. Seminer).

 

Burada Lacan’dan alıntıladığım nefret kavramsallaşmasını açıklamak için belki de şiddetin simgesel düzende kalma savaşı yolculuğundan bahsetmem gerekiyor. Sanıyorum ki burada Freud’un toplumsallığın/toplumsal bağın varoluşu üzerine Totem ve Tabu’da yasayı temsil eden aynı zamanda yasak olanı da temsil eden ilkel kabile şefini (ilkel kabile şefi tarafından sahiplenilmiş kadınlar-hadım edilme korkusuyla dışlanan oğullar) öldürmenin ardından babanın yokluğu ile ‘idealleştirilmiş’ simgesel alana kazınmış bir yasanın babanın yasasından başlamak uygun olacaktır. Burada psikanalitik düşüncenin tartışmalı çocuğu ödipus düşüncesi ortaya konulur. Oğullar babaya ait olana arzu duyduklarında babadan nefret ederek onu öldürmek isterler ancak bir yanıyla hadım edilme korkusu o kadar büyüktür ki oğulun bu arzusu bastırılarak yön değiştirir ve babayla özdeşim kurarak babanın otoritesi/ babanın yasası kabul edilir (Enriquez,2004). Bu anlatıda oğullar üzerinden var olan ödip karmaşası, erkekler arasındaki şiddetin kadınlar üzerindeki rekabetten kaynaklanıyor oluşu ve kadının rolünün belirsizliği (sadece cinsel olarak arzulanan konumuna itilişi) Freud’a yönelik en önemli eleştirilerdendir. Freud’ a göre toplumsal bağ dolayımıyla bilinçdışı; şiddet, saldırganlık, kıskançlık ve düşmanlık duyguları üzerinden kurulmuştur.

Lacan’a göre Odipus imgesel dönemden simgesel döneme geçişi simgelemektedir ve kız ve erkek çocuklarında aynı şekilde deneyimlenir.  Bebek hayatının ilk evresinde kendisini annesiyle bir bütün olarak görür imgesel dönemdeki yaşadığı bütünlük hissi ancak dış dünyanın babanın adıyla (yasa koyucu) karşılaştığında simgesel özdeşleşmeye geçmiş olur. Fallusu ararken annesinin fallus eksikliğini giderdiği nesneye dönüşen özne yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşçasına babayla karşılaştığında simgesel düzende artık parçalanmış bir özne olur. Özne bu geçiş ile ötekinin ve dilin alanına ayna evresi dolayımıyla dahil olmuş olur.

Simgesel; dilin ve kültürel düzenin alanıdır. İnsanlar simgesel düzene, yani dile ve toplumsal normlara dahil olduklarında ancak bir özne haline gelir. Bu düzende arzular, kurallar ve yasaklar belirleyici bir rol oynar.

Oidipus kompleksi babayla simgesel olarak özdeşlemeyi gerektirir, bu yüzden de ödipal özdeşleşme cinsel konumu belirleyemez. Lacan’da kadın da simgesel düzene erkekler kadar tabi olan ve simgesel düzende bir nesne konumuna yerleştirilmiş olmaktan kaynaklanan bir şey vardır. Yani biyolojik bir özden ziyade simgesel düzendeki konumu ile kadın terimi açıklanabilir. O halde Lacan'a göre cinsel konumu belirleyen özdeşleşme değil öznenin

Fallus’la ilişkisidir. (Evans, 2019). Lacan kadın yoktur ve cinsel ilişki yoktur gibi söylemleri; toplumsal cinsiyet ve arzu anlayışı, feminist teorisyenler tarafından hem eleştirilmiş hem de yeniden yorumlanmıştır (Irigaray, 1974; Kristeva, 1982). 1975'e gelindiğinde Lacan "bir kadın bir semptomdur" diyecektir (Lacan, 1 974-75: 21 Ocak 1 975 Semineri). Erkeğin semptomudur. Tüm bu açıklamaları feminist teorisyenler tarafından yorumlanmış ve kimileri patriyarkanın eleştirisini yaptığını, cinsel kimlik kalıp yargılarına karşı çıktığını ileri sürmüştür (örneğin Mitchell ve Rose, 1982). Ancak Grosz fallus kavramsallaştırmasını Freud’un tekrar edilişinin ötesine geçemeyen ve simgesel düzenin eril inşasını yeniden ürettiğini savunmaktadır (Grosz, 1989)

 

 

 

DİLİN ÖTESİ: BAŞLANGIÇTA SÖZ VARDI

Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrıydı.

 

İnsana özgü olan tek şey dilin edinimi ve kullanımıdır. Hayvanlar toplum kurallarını bir kuşaktan diğerine aktaramazken insanlar dil aracılığıyla kültürel kodları aktarabilirler. İnsanın dil ile tanışması öznenin ortaya çıkışının yolunu açmıştır. Bu özneyi üreten tahakküm aynı zamanda dil üzerinden var olan tüm söylemler onun yasaları/yasakları neyi nasıl yaşayacağı, nerede nasıl duracağı ya da davranacağının ya da saat kaçta sokakta olacağı neyi giymesi, takıp takıştırmasının belirleyicisi olmuştur.

Lacancı psikanalizde özne verili, değişmez ve sabit bir kimlik kategorisi olmaktan ziyade dil ve kültür dolayımıyla üretilmiş yapılardır.

Judith Butler’ın ısrarla vurguladığı gibi toplumsal cinsiyet verilmişlikten ziyade -verilmişliğin yanı sıra- oluşturulan veya oluşturulmak da olan bir gerçektir (Butler,2009). Dil veya kültür, bizleri özne olarak belirlemek için bizden önce “oradadır” (Lacan, 2014, s. 26).

Size bir masal anlatmak istesem; evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken… Bir gün kırmızı başlıklı kız ormandaki büyükannesine yemek götürürken yolda kurt ile karşılaşır. Çünkü kurtlar ormanda yaşar ve kızları yemek içindir… Ve kurt büyükannesinin yerine geçerek kırmızı başlıklı kızı yer. Dünyaya gelen bebekler bu masallarla öğrenir cinsiyet ayrımını. Erkek kurt kızı yiyebilir, zaten kızların da orman da işi yoktur! Bu ayrım doğum öncesinden, ana rahmine düşüldüğünde bireylerin kendini içinde bulduğu bir ayrımdır. Kız çocukları barbie bebeklerle süslü, pembe bir dünyaya gözlerini açar; oyunları evcilik oynamaktır. Erkek çocuklar ise oyuncak arabalarla yetiştirilir çünkü araba kullanmak erkek işidir! Kadınlara biçilen kaftanda bu rol yoktur, toplumsal cinsiyet rollerine uyulmadığında toplum tarafından eleştirilerek bir nevi cezalandırılır. Anne babalar dünyaya gelecek çocuğun cinsiyetini beklerler ona uygun davranışlar dizisini öğreneceği hayatının senaryosunu oluşturmak için. Günümüz dünyasının atanmış cinsiyet partileri ile ilk önce çocuğun cinsiyetine uygun kıyafet seçimi yaparak süreci başlattıktan sonra kız bebeklerin narin, erkeklerin daha hırçın seviliyor olması ayrışmayı derinleştirir…

Masalın özü özneyi var eden süreçlerdir.

‘Özneye her zaman öncel olan, onun dışında başından beri var olan öznelliği üreten iktidar mekanizmaları her zaman faal haldedir (Butler, 2005) ve yine toplum tarafından kadınlar ve erkeklerden beklenen dişil ve eril performanslar, atfedilen roller ve bu roller bağlamında üstlenmesi beklenen sorumluluklara işaret eder (Butler,2008).

Buradan Lacan’a yeniden dönüş yapacak olursak onun kavramsallaştırmasındaki Büyük Öteki aslında dil ve kültüre atıf yapmaktadır. Lacan için dil tüm toplumsal yapıyı çerçevelediğinden dilden bağımsız bir özne düşünülemez. Lacan’a göre bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır ve dil insanın bilinçli kontrolünün ötesinde olduğu için bilinçdışı ötekinin söylemidir. Çocuk dünyaya geldiğinde ilk davranışlarının karşılığını aldığı öteki olması nedeniyle ilk büyük öteki annesidir.

Sonrasında anne, baba, sevgili, öğretmen, yasa, ırk, devlet, tanrı… Hepsi ötekidir. Hepsi simgesel düzenin temsil ettiklerinin toplamı, arzunun mekânı, babanın adı. Özne için simgeseli ifade eden her şey öteki ve ötekinin arzusu….

Arzu her ne ise ancak ötekinin huzurunda ifade edildiğinde, dile getirildiğinde tam anlamıyla kavranabilir (Seminer 1, 183.)

Simgesel aynı zamanda toplumlar arası farklılıklar içeren bir dizi gösterenler ağı oluşturur. Özne içine doğduğu toplumun simgesel düzenine dahil olur ve dil aracılığıyla kendindeki eksikliği gidermeye çalışır, ötekinin eksiğinde.

Ötekinin dili eril tahakküm tarafından inşa edildiğinden dolayı özne ataerkil anlam dairesinden konuşur. Öznenin kendindeki eksikliği gidermenin başat yolu ataerkil zeminde kadının özne olmadığını söylemesidir. (Çetin, 2020) Lacan kadın yoktur derken biyolojik olarak yalın bir kadın halinin olmadığını toplum tarafından inşa edilmiş bir kadınsılığın varlığından söz etmektedir. Simgesel alan ataerkil toplum tarafından üretilmiştir yani dil eril yapıdadır.

Simgesel düzende mevcut toplumsal yapının dışına çıkmaya çalışan kadın Hannah Arent’in deyimiyle erkeğin iktidarında bir çözülme hissetmesine neden olmaktadır. Benliğin inşasında parçalanmış hisseden erkek şiddet dolayımıyla iktidarını yeniden kutsar/kurar. Böylece şiddete dayalı iktidar, kadına yeniden konumunu şiddet dolayımıyla hatırlatmış olur (Arendt, 2018, 67-68). Böylece erkek hem şiddet aracılığıyla eksikliğini gidermenin çaresini ararken; simgesel düzenin taktirini almaya çalışır hem de bu düzenin içinde kalmaya çalışmaktadır.

 

Özne öteki aracılığıyla kendi arzusunu, eksikliği giderecek olanı arar ancak burada bulduğu gösterenler zincirinden ibarettir. Adının konulması, hanimiş benim prenses kızım ya da aslan oğlum gösterenleri aracılığıyla bir kimlik inşa olsa da özne kendi eksiğine dair yanıtı bulamaz. Çünkü Öteki de özne gibi eksiktir.

Hadım edilme kompleksi çocuğun bu Öteki'nin tamamlanmamış olduğunu, Öteki'nde bir Eksik'in olduğunu fark etmesiyle birlikte ortaya çıkar. Başka bir deyişle, Öteki tarafından oluşturulan gösterenler haznesinde daima bir gösteren eksiktir (Evans, 2019, 202).

Lacan’da arzu, “cinsel bir güçten çok bütünlüğe/özne olmaya erişmeye yönelik bir çaba” olarak tanımlanabilir (Sarup, 2004, 31). Arzu eksik olandır, eksik olan fallusun eksikliğidir. Bebeğin anneyle bütün olduğu parçalanmışlık öncesi evre arzunun Gerçek  doyrulduğu tek dönemdir.  Simgesele tabii olduğu andan itibaren özne temel bir kayba eksikliğe mecburdur. Asla ulaşılamayan arzu nesnesi Objet Petit A;  ilk doyum anı olan anne-çocuk bütünleşmesini yaratan nesneden, öznenin mevcut durumunda elde ettiği nesnenin çıkarılmasıyla arta kalan şeydir (Fink, 1995, 94).

Lacan’a göre insanın objet petit a’ya en yakın olduğu jouissance'a her an erişim sağlayabildiği dönem bebekliğidir. Simgesele tabi olduğu andan itibaren özne jouissance'tan vazgeçmek zorunda kalır.

Asla ulaşılamayan bu arzu nesnesine ulaşmasının tek yolu ona ulaşmaktır ve ona ulaşmanın yolu onu yok etmekten geçmektedir. Bu yok etmek ötekinde varsaydığı düşünülen arzunun ötekinin arzusuna yönelmesiyle ortaya çıkar. Ancak öteki de buna sahip değildir. Asla ulaşılamayan nesne özne ile öteki arasında, yeri doldurulamayan bir boşluk yaratır (Dor- Gurewitch, 1998, 188).

Özne bütünlüğe ulaşma nedeniyle ötekine yönelir. Büyük ötekinin arzusunu kendi arzusu zannederek bunu ötekilere yansıtır. Lacan’ın simgesel adını verdiği öznenin büyük ötekinin gözündeki özne olma hali ve öznenin söylemsel olarak üretilmiş bir dilsel konum olduğuna yönelik argümanları onu Foucault’un iktidar mekanizmalarına çok yakınlaştırarak, post yapısalcı olarak okunmasını sağlar. Söylemsel ve bilgisel pratikler aracılığıyla cinsiyetlendirilmiş öznelerin inşası olarak iktidar-özne-söylem üçleminde karşımıza çıkan meşru kılınan şiddet ile Lacan’ın simgesel düzeni arasında anlamsal akrabalık bulunmaktadır.

Simgesel düzen iktidar mekanizmaları perspektifinde eril tahakküm tarafından kontrol edildiğinden Lacan kadını sembolik düzenin ötekisi olarak konumlandırmış mı oluyor? Bu soru burada kalmışken şunu belirtmek de gerekir. Lacan’da özne sembolik yasaya tabi olan ve yasayı yıkan konumundadır. Kristeva’nın ifadesiyle süreç-olarak-öznedir.

 

« Sözün bittiği yerin sınırlarında şiddetin alanının başladığını ve onu tetiklemese bile hali hazırda orada şiddetin hüküm sürdüğünü bilmiyor muyuz?

 

Lacan’da dil ötekiyle kurulan bağdır ve arzumuz dil aracılığıyla ötekinin arzusu üzerinden bilinçdışını oluşturur. Lacan’dan alıntıladığım sözün bittiği yerde şiddetinin alanının başlaması bu düzlemde anlaşılır olmaktadır. Öznellik söyleme söze ve ötekine vurgu yapılmadan anlaşılamayacak gibi görünüyorsa, öznenin eksikliğini gidermesi için her yola çıkışı kaybı yeniden hatırlatır ve bu da nefreti doğurur mu? Özne kendisini toplumsal alana girdiği andan itibaren ‘bölünmüş’ olarak tarif ettiğinden dolayı kendi arzusu aslında ötekinin arzusudur, gerçek arzusu ifade edilemeyen alana bilinçdışının alanına saklanır (Lacan, 1997, s. 1-8).

Buradan hareketle eksikliğindeki cevabı vereceği zannedilen ötekinden alamadığı cevabın yarattığı nefret, öznenin kendi eksiğini reddetmesidir, öznenin kendi eksiğinin sorumluluğunu almamak uğruna başvurduğu stratejidir (Nacak, 2019). Lacan 1. Seminerinde nefrete dair imgesel boyutun simgesel tarafından çerçevelendiğinden bahsetmektedir.

Ve ekler ;

 “Yine de bugünlerde özneler nefret deneyiminin en yıkıcı biçimlerinin yükünü omuzlamak zorun değil. Peki neden? Çünkü uygarlığımız kendi kendine yeten bir nefret formudur. Nefret çok basit bir şekilde rasyonelleştirilir ve gündelik söylemde birçok kılığa girer.” (277, I. Seminer) 

 

Günümüz toplumsallığında Büyük Öteki yerini kaygan bir zemine teslim etmiş gibi görünmektedir.

Odipus kompleksi günümüzde geçerliliğini yitirmekte ya da yeni formlar almakta, tek bir ideal aileden söz etmek artık post modern kültürel aile yapılanmasında mümkün olmamaktadır.

 Zizek bugün modern çekirdek ailenin dönüşümünü Odipus’un düşüşü olarak kavramsallaştırarak simgeselin krizini Odipus Nereye Gidiyor makalesinde ele almış olsa da biliyoruz ki odipal aile ‘normaleştirici’ bir takım kurallar dizgesine sahiptir.

Eğer bugün büyük öteki bağlamında simgesel düzen kendi içinde kaymalar yaşıyor ve geleneksel anlamda totem ve tabunun babası yerini yeni babalık hallerine bırakıyorsa bu baba simgeselde neyi temsil etmektedir? Öznenin inşasında nasıl bir rol oynar? Kadınlık ve kadınsılığı nasıl ele almak gerekir?

Postmodernite de bizlere bazı şeylere karşı koyma hakkı verirken; aslında bu verilen şeyler arasında bir şey olup karşı koymayı sağlayan nesnenin tekdüzeleştirilmesi ve içeriksizleştirilmesine neden olur. Zizek’e göre günümüzün sorunu Yasa’nın yasa koyucunun ifade ettiği simgesel otoritenin yerinden edilmesidir. Simgesel referansı olmayan özne, arzusuna ulaşabilecek çıkış yolu bulmadığından bağlamdan kopmuş/koparılmış, boşlukta salınmakta ya da tüketmektedir. Hazzın hız çağında özne bir an deneyiminde sıkışıp kaldığından arzusuyla kapana kısılmıştır, bu da başka şiddet ve yıkıcılığın önünü açar.

 

“Birey, televizyondaki Sudan İç Savaşını herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra, Sudan’da ki iç savaş devam etse bile, onun için bitmiştir.”

― Jean Baudrillard

Simgesel otoritenin yerinden edilmesi öznede yer etmiş ve şiddet, saldırganlık ve yıkıcılık bütün haliyle toplumu yeni patolojilere gebe yeni şiddet deneyimlerini izlemeye/izleyicisi olmaya(seyir eden özne) mecbur bırakmıştır.

Kadın cinayetlerinin günümüzde yansımaları gibi. Bugün evde, sokakta, okulda, hastanede, içeride ve dışarıda, özel ve kamusal alanda hemen her gün her yerde duraksız devam eden şiddet eylemleri gibi.

Yazımın sonuna doğru gelirken Lacan’ı anlamanın zorluğu ve okumaların zihnimde açtığı yolda bugünün öznesinin inşası, kadınlık kadınsılık, erkeklik, şiddet perspektifiyle alakalı metin içinde bıraktığım soruları anlayabilmem için daha çok okumam gerekiyor. Umuyorum ki kafa karışıklığım ve keşfettiklerimi yansıtmaya çalıştığım bu metinde yanlışlıklara yer vermemişimdir.

Son olarak özne kavramı ile ilgili Foucault’un Kelimeler ve Şeyler kitabından bir alıntı yapmak isterim:

Foucault kelimeler ve şeylerde modern dilin temsilin ötesinde karmaşık bir yapısı olduğunu ve insanın bilginin hem öznesi hem de nesnesi haline geldiğinden söz eder. Foucault, dil, temsil ve bilgi üretim süreçlerinin tarihsel olarak nasıl değiştiğini ve bu değişimlerin insanın dünyayı algılama biçimini nasıl etkilediğini ortaya koyar. Foucault, kitabın sonunda insanın bir özne olarak kavranışının da geçici olduğunu şu meşhur ifadesiyle dile getirir:

“İnsan, denize kıyısındaki kuma çizilmiş bir yüz gibi silinecektir.”

 

 

 

KAYNAKÇA

Arendt, Hannah. Şiddet Üzerine. Çev. Bülent Peker. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.

Butler, J. (2004). Undoing gender. New York: Routledge

Butler, J. (2008). Cinsiyet belası: feminizm ve kimliğin altüst edilmesi. (B. Ertürk, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları

Dor, Joel- Feher Gurewitch, Judith. Introduction to the Reading of Lacan: The Unconscious Structured Like a Language. Northvale: Other Press, 1998.

Çetin, A. (2020). Kadına Yönelik Şiddetin Kaynağına Dair Lacanyen Bir Değerlendirme. Şarkiyat12(4), 1137-1146.

Erşen, Özge. “Psikanalitik Bir Deneme Şiddet: Öteki’nin Yıkımı”, Doğu Batı Dergisi 43, (Ocak 2007-2008), 129-137.

Evans, D. (2019). Lacancı psikanalize giriş sözlüğü. T. Sivrikaya ve UY Kara (çev.). İstanbul: Islık Yayınları.

Freud, S. (1913), Totem ve Tabu, Sosyal Yayınları, 1993.

Foucault, Micheal (2003), Cinselliğin Tarihi, Ayrın, İstanbul.

Fink, Bruce. The Lacanian Subject: Between Language and Jouissance. Princeton: Princeton University Press, 1995.

Grosz,E.(1989). Sexual Subversions Three French Feminists. Allen & Unwin.

Irigaray, L. (1974). Speculum of the Other Woman. Cornell University Press.

Kristeva, J. (1982). Powers of Horror: An Essay on Abjection. Columbia University Press.

Lacan, J., The Seminar of Jacques Lacan: Book 1, Freud's Papers on Technique, çev. John Forrester, New York: Norton, 2013.

Lacan, J. (2014). Psikanalizin dört temel kavramı: seminer 11. kitap. (N. G. Erdem, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

Mitchell Juliet and Rose, Jacqueline (der) (1985), Feminine Sexuality: Jacques Lacan and the ecole freudienne,  W. W. Norton & Pantheon Books, New York.

Nacak, O. (2019) ‘Nefret ve Öteki’. 12 Ekim 2019 tarihinde, Psikanaliz Araştırmaları Derneği, Saint Benoît Lisesi ve Bahçeşehir Üniversitesi’nin iş birliğiyle düzenlenen "Aşk ve Nefret" başlıklı sempozyumda sunulan 11 Ocak 2025 tarihinde metinden alıntılanmıştır. 

Sarup, Madan. Post-yapısalcılık ve Postmodernizm. Çev. Abdülbaki Güçlü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 2004.

Zizek, S. (2003). Gıdıklanan özne: politik ontolojinin yok merkezi. (Ş. Can, Çev.) İstanbul: Epos Yayınları.

Zizek, S. (2004). İdeolojinin yüce nesnesi. (T. Birkan, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

 
 
 

Comments


İLETİŞİM

ADRES

19 Mayıs, Şemsettin Günaltay Cd. Çamlı Apartmanı No :101 Kat :1 Daire : 3, 34738 Kadıköy/İstanbul

İLETİŞİME GEÇ

+90 553 456 35 07 

  info@psikodramindakademi.com

OFİS SAATLER

Pazartesi- Cumartesi :

10:00 - 22:00 

Pazar

11:00 - 17:00

İletişime Geçtiğiniz İçin Teşekkürler

© 2024 by Didem Çengel

  • Youtube
  • Whatsapp
  • Instagram
bottom of page